15 mins read

Emekliler Hareketini Örgütlemek…

Türkiye, TÜİK’in 2023 verilerinin gösterdiği üzere yaş ortalamasının 34 olduğu bir orta kuşak ülkesi. Bu tanımlama, alışık olduğumuz şekilde artık ülkemizin ağırlıklı nüfusunun genç olmadığını, yaşlı nüfusunun da giderek arttığını gösteriyor. Ülkemizde 65 yaş üzeri yurttaşlar, nüfusun yüzde 10’unu oluştururken, yaş bağımlılık oranına yani çalışan nüfusa karşılık gelen yaşlı oranı ise yüzde 15. Bu oranın her yıl giderek artması, Türkiye’nin emekli nüfusunun ve bu nüfusun sorunlarının da giderek daha fazla göz önüne çıkmasını sağlıyor. Bugün artık emeklilerin hak ve ücret sorunu, ülkemizin kritik siyasal sorunlarından biri.

Türkiye’de emeklilik sorununun giderek görünür hale gelmesi, yalnızca emekli nüfusunun artışı ile ilgili değil. 22 yılını dolduracak olan AKP iktidarının yürürlüğe koyduğu neoliberal politikalar, emekli ücretlerinin ve haklarının yıllar içerisinde kaybına sebep oldu. Bugün geldiğimiz durumda, emeklilerin sosyal hakları son derece kısıtlı olduğu gibi, verilen asgari ücret de açlık sınırının altında kalıyor. Sosyal politikaların nüfusun kalanına oranla emekliler -ve gençler- için çok daha kadük olmasının sebebi basit anlamıyla aç gözlülük veyahut kemer sıkma ile açıklanamaz. İktidarın oluşturduğu emek rejimi, yaş aralığı ne olursa olsun iş gücüne katılmayan nüfusa somut anlamda yurttaş payesi vermiyor. Emeklilik bir hak ve güvence olmaktan çıkarılıp, imtiyaza dönüşüyor. Çalışmayan yaşlılara da açlık sınırının bile altına bir yaşam sunuluyor. Emeklilik politikasındaki bu tercih, düzensiz göç politikası, çocuk işçilik, döviz politikası ile birlikte düşünüldüğünde, yurttaşlığı da bütünüyle emek rejiminde var olmak ile eşitliyor. 

Kuşkusuz bu trend Türkiye’ye özgü değil. Kapitalist dünyanın tamamında emekli hakları ve emeklilik yaşı iktidarların hedefinde. İngiltere’de ekonomistler, emeklilik yaşının önümüzdeki yıllarda 71’e çıkarılmasını ‘öngörüyor’. Fransa’da geçtiğimiz yıl emeklilik yaşının artırılmasına yönelik yasa tasarısı, günler süren sokak eylemliliklerine ve çatışmalarına sebep oldu. Batıda nüfusun yaşlanması, neoliberal dönüşümün yarattığı küçülme sebebiyle farklı dinamiklere dayanıyor. Ancak yoksullaşmanın ve güvencesizliğin giderek tehlikeli boyutlara ulaştığı ülkemizde de son 5 yıldaki yaşlanma eğiliminin tersine döneceğini düşünebilmek mümkün değil. Her ne kadar geçtiğimiz yıl seçim odaklı bir popülizmle EYT’lilere dönük bir iyileştirmede bulunulsa da herhangi bir toplumsal örgütlenme ile karşılaşılmaz ise seçimsiz geçecek 4 yılda emeklilik yaşının yükseltilmesi sürpriz olmayacaktır. Çünkü genç nüfusun her yıl yüzde 1 oranında azaldığı ülkemizde, iş gücünü ucuz tutabilmek için çalışan nüfusun düşüşü engellenmek zorunda. Bu da kontrolsüz göçün iş gücüne katılma yaşını küçültmenin yanı sıra emekliliği de zorlaştırmakla mümkün. Bu sebeple de emeklilik bir yurttaşlık hakkı olmaktan çıkarılıp imtiyaz haline gelmeye devam edecek. Bunun bir yöntemi emeklilik yaşının yüksek tutulması ise bir diğeri de emekli ücretlerinin düşürülmesi ve sosyal hakların budanması. 

Tabii emekli ücretlerinin ve haklarının kırpılmasının, iktidarın açık bir varlık gaspı olduğunu da belirtmek gerekiyor. Sigorta primlerinin her yıl daha fazla yükseltildiği bir ülkede, emekli ücretlerine değil bu artışın, geçmişteki prim oranlarının dahi yansımaması, neoliberal devletin geliştirdiği uzun vadeli bir sömürü biçimi. 30 yıldan fazla çalışan milyonlarca insan, emeklilik hakkını kazandıktan ölene kadar, birikmiş olması gereken miktarın çok daha azını geri kazanıyor. Emeklilik harcamaları, GSYİH’nin yüzde 10’unun altında kalıyor. Bu sayede en temelde adaletsiz olan kapitalist emeklilik sistemi, giderek daha ağır bir sömürü biçimi haline geliyor. On yıllarca toplanan sigorta primleri üzerinden yapılan varlık gaspı ve vergilerle finanse edilen sosyal hakların budanması ile şirketlerin vergi borçları ve yolsuz iktidar siyasetçileri finanse ediliyor. 

Ülkemizde giderek yaygınlaşan emeklilik sorunu, mücadele ve örgütlenme biçimlerine ilişkin de yeni tecrübeler doğuruyor. Emeklilerin gün geçtikçe büyüyen örgütlenmesi ve mücadelesi, emekliliği sınıf mücadelesi perspektifinden ele almanın hem imkân koşullarını hem de zorunluluğunu ortaya koyuyor. Nitekim 21. yüzyıla damgasını vuran “emeklilikte çalışma” olgusunu da ancak bu şekilde doğru kavrayabiliriz. Önümüzdeki dönemin toplumsal mücadelesinin en önemli halkalarından birisi emeklilerin mücadelesi ve emekli hakları mücadelesi olmak zorunda. Emeklilerin sendikal örgütlenme deneyimleriyle son dönemde hak arama mücadelelerinin yükseltmesi bu noktada önemli bir zemin oluşturuyor. Ancak bu mücadele emeklilerin insanca yaşanacak ücretle birlikte sosyal haklarına ve yaşlılık haklarına genişleyen bir perspektifle, emeklilerle birlikte tüm emekçilerin de mücadelesi haline getirilmek zorunda. 

Emeklilik hakkı, refah devleti uygulaması olarak kapitalizmin “altın çağı”nda tam olarak kurumsallaşmış olsa da sınıf mücadeleleri sonucunda kazanılmış bir haktır. Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle emek gücünü satarak yaşayan işçiler ya ölene ya da çalışabilecek fiziksel “yeterlilik”leri yok olana kadar çalıştırılıyordu; ortalama yaşam süreleri oldukça kısaydı; hastalık ve salgın yahut iş kazaları gibi nedenlerle çalışma kabiliyetini yitirenler, üretkenliği azaldığı gerekçesiyle daha genç ve düşük ücretli işçilerle değiştirilip işten atılan ve iş bulmakta zorlanan yaşlı işçiler mutlak açlığa terk ediliyordu. İşçiler kendi aralarında kurdukları çeşitli enformel mekanizmalarla veya yardım sandıklarıyla dayanışmaya çalışıyordu. Buna karşı gelişen işçi sınıfı mücadeleleri, işçi sınıfının sendikal ve siyasal örgütlerinin giderek yükselen etkisi, devrimler egemenleri çeşitli düzenlemeler yapmak zorunda bıraktı. Bu doğrultuda ilk adım da Bismarck döneminde Almanya’da atıldı. 1878’de anti-sosyalist yasayı çıkaran Bismarck, 1883’te hastalık, 1884’te kaza ve 1889’da da yaşlılık ve sakatlık sigortası yasalarını da çıkararak sosyal güvenlik sisteminin erken bir örneğini teşkil etti. Emekliliği de içeren sosyal güvenlik sistemi – tıpkı refah devleti uygulamaları gibi – kimsenin lütfu değil, işçi sınıfının mücadelesinin sonucudur.

Tabii emekli ücretlerinin ve haklarının kırpılmasının, iktidarın açık bir varlık gaspı olduğunu da belirtmek gerekiyor. Sigorta primlerinin her yıl daha fazla yükseltildiği bir ülkede, emekli ücretlerine değil bu artışın, geçmişteki prim oranlarının dahi yansımaması, neoliberal devletin geliştirdiği uzun vadeli bir sömürü biçimi. 30 yıldan fazla çalışan milyonlarca insan, emeklilik hakkını kazandıktan ölene kadar, birikmiş olması gereken miktarın çok daha azını geri kazanıyor.

Emeklilerin Hak Mücadelesi

emekliler

Emeklilik genel hatlarıyla, çalışma yaşamıyla bağlantılı bir hak; işin, çalışmanın son bulduğu bir yaşam evresi olarak da tanımlanıyor ve bireylerin karşı karşıya kalabilecekleri sosyoekonomik risklere karşı yaşamlarını güvence altına alan, geleceklerini planlayabilmelerini sağlayan sosyal güvenlik sisteminin bir parçası olarak ele alınıyor. Ancak emeklilik sistemlerinde ve bir bütün olarak sosyal güvenlik sistemlerinde yaşanan dönüşüme bakıldığında egemenlerin emekliliği, sermaye düzeninin gerekleri ve ihtiyaçları üzerinden nüfusun yaşlanmasına bağlı teknik bir mesele ya da makro-ekonomik politikanın konusu gören anlayışı göze çarpıyor. Emekliler kamu bütçesi üzerinde yük, bütçe açığının, enflasyon ve işsizliğin artış nedeni olarak görülüyor; çalışanların sırtındaki “asalaklar” olarak resmediliyor. Dünya Bankası raporları, bu raporları neredeyse birebir tekrar eden TÜSİAD raporları doğrultusunda ve IMF gözlemcisinin denetiminde meclisten geçirilen ve 2008’de yürürlüğe giren “karşı-devrim” yasasının dayanağı da böylece bulunmuş oluyor. Bu yasayla emeklilik yaşı yükseltilirken emekli aylığı bağlama oranları düşürüldü, hesaplama yöntemindeki parametreler değiştirildi ve emekliler giderek yoksullaştırıldı. Dünyadaki uygulamalar paralelinde, bu “ücret politikasının” arkasındaki sermaye birikim mantığını görmemiz çok önemli. Bugün faiz ödemeleri, sermayeye verilen döviz cinsinden garantiler, sermayeden alınmaktan vazgeçilen vergiler, teşvikler, kaynak ve servet transferleri bütçenin, yani hepimizin sırtındaki asıl yükler ve asalaklarken bu gerekçelendirme tam da bunu ters yüz edip görünmez kılma, sosyal sorunu emek-sermaye ilişkisinin dışına çıkarma taktiği.

Neo-Liberal Dönüşüm ve Emekliler

gece


Hatırlanacağı üzere refah devleti uygulamaları, kamu bütçesinden yapılan sosyal harcamalar, 1970’lerin ortalarında derinleşen sermaye birikim krizinin nedeni olarak gösterilmiş ve bu krizi aşmak için neoliberal politikalar hayata geçirilmişti; hatta bizim gibi ülkelerde buna direnecek örgütlü sosyalist, devrimci yapıları darbeler eliyle ezerek. Piyasalaştırma, özelleştirme ve kuralsızlaştırma üzerine kurulu bu politikalar sermaye üzerindeki tüm kısıtlamaları ve düzenlemeleri kaldırırken, esnek, güvencesiz, eğreti istihdam biçimlerinin, düşük ücretlerin hakim olduğu bir emek rejimi de dayatmıştı; kamusal hizmetleri kar elde edilecek alanlar olarak piyasa mantığına uygun şekilde yeniden yapılandırmayı içeriyordu. Mezarda emeklilik ya da Genel Sağlık Sigortası olarak bildiğimiz yasa da bu kapsamda AKP tarafından çıkarıldı. Sosyal güvenliğin gelir dağılımındaki adaletsizliği azaltmaya yönelik yeniden dağıtım, toplumsal riskleri önleme, toplumsal ve kuşaklar arası dayanışma işleviyle kolektif yapısını yok etmeye, emekliliği finansallaştırmaya ve bireyselleştirmeye, yükü de riskleri de bireylerin sırtına yıkmaya, güvencesizliği derinleştirmeye, ücretleri düşürmeye ve işveren maliyetlerini azaltmaya yönelik bir sermaye stratejisi olarak kurgulandı emeklilik sistemi.

Dünya Bankası’nın 1994 tarihli raporuyla birlikte 30’un üzerindeki ülkede emeklilik sistemlerinde değişiklikler oldu. Fakat bu değişiklikler aslen 1970’lerin ortalarında başlayan ve günümüze kadar devam eden bir süreklilik içinde anlam kazanıyor. Örneğin bu süreçte AB üyesi ülkelerde, ABD ve Japonya’da bir yandan emeklilik yaşı yükseltilirken bir yandan da çalışanlar “normal” emeklilik yaşından önce zorunlu erken emeklilikle karşı karşıya kaldılar. Emeklilikte geçirilen gün sayısının azaltılması amacı ile erken emeklilik ilk bakışta çelişik görünse de her ikisi de sermaye birikimi hızını arttırmaya dönük strateji olarak işledi. Üretimin iş gücünün ucuz olduğu ülkelere kayması, özelleştirmeler, kriz zamanlarında küçülme, artan işsizlik karşısında erken emeklilik işsizliği önleyici ve popülist bir tedbir olarak uygulanırken, daha düşük ücret ve güvencesiz istihdam biçimlerinin hakim kılınması için fırsat olarak kullanıldı. Deneyim ve kıdemi artan işçilere verilen yüksek ücretler de böylece ortadan kaldırılabilecekti; erken emekli edilen işçilerle – belki de aynı iş yeri/fabrikada çalışmaya devam etmek üzere – yapılan sözleşmeler çok daha düşük ücretlerle, güvencesiz koşullarda, eğitim maliyetlerinden, sigorta prim ödemelerinden kaçınarak daha fazla kar elde etmeyi sağlıyordu. 

Emeklilik sistemlerinin bireyselleştirilmesi, özelleştirilmesi ve finansallaştırılması da buna eşlik etti. Emekli aylıklarının düşürülmesi, geçinebilmek için emeklilikten sonra da iş piyasasında kalmayı, çalışmayı bir anlamda zorunlu kıldı; emeklilikte çalışmak durumunda olanlar çoğunlukla kayıt dışı işlerde, formel ekonomi de olsa da kayıt dışı ve güvencesiz istihdam biçimleriyle, çok düşük ücretlerde ve kötü koşullarda çalışmaya zorlandı/zorlanıyor. Bu, yedek iş gücü ordusunun büyütülmesi demek ve aslında bir bütün olarak emek rejimini düzenlemeye de hizmet ediyor. Fakat bununla da sınırlı değil; emekli aylıklarının bu denli düşürülmesi, ücretli çalışanların sosyal risklerden korunmak için birikim yapmaya zorlanmasının, emekliliği finansallaştırmanın, bu alanı finansal aktörler için karlı hale getirmenin de yolu. Üstelik temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan emeklilerin borçlanmak dışında çaresi de kalmıyor. Bu da finansallaşmayı derinleştiriyor ve bağımlılığı arttırıyor.

Sermaye açısından yaşlı işçilerin üretkenliklerinin azalması, hastalık bağlantılı izin sürelerinin uzaması ya da kıdem kaynaklı ücret maliyetlerinin yükselmesi gibi gerekçeler erken emekliliği teşvik etmekteki motivasyon olurken, özellikle ülkemizde olduğu üzere kıdem tazminatına ilişkin hak kaybı yaratacak düzenlemeler de ücretli çalışanlar açısından bir itki yaratıyor ve bu şekilde on binlerce işçinin işverenleriyle anlaşmalı şekilde topluca emekli olduktan sonra çok daha düşük ücretlerle sözleşmeli olarak aynı işlerinde çalışmaya devam ettiği de biliniyor. Üstelik emeklilik nedeniyle işsizlik istatistiklerine de yansımıyor bu durumlar. Esnek, güvencesiz, atipik istihdam biçimlerinin yaygınlaşması aynı iş yerinde geçirilen süreleri de kısaltıyor; prim günü ve yaş yeterliliklerinin karşılanmasını imkansız hale getiriyor; bir bakıma ölene kadar çalışma başka bir surette geri dönmüş oluyor.

Buraya kadar görüldüğü üzere emeklilik sadece düşük ücret meselesine indirgenemeyecek, bir bütün olarak emek rejimini düzenlemeye, sermaye birikim hızını artırmaya yönelik çok önemli bir sermaye stratejisi. Dolayısıyla mücadele de sınıf mücadelesinin ta kendisi. Peki, emekliler düşük ücretler, yüksek enflasyon, yapısal değişiklikler nedeniyle emek piyasasına geri dönmeye zorlanır ve mutlak açlıkla AKP’nin paternalist, klientalist sosyal yardım politikaları arasına sıkıştırılırken “emekliler artık üretim sürecinin parçası değil, üretmiyorlar; sendikalaşamazlar” gibi argümanlara nasıl yaklaşmamız gerekiyor?

Bu yaklaşım, sermaye düzeninin, ücretli emek ve kapitalist iş mantığının içselleştirilmesi anlamına geliyor. Oysa emekliler, bugüne kadar ürettikleri tüm değerler ve zenginliklerle birlikte meta üretimine katkıda bulunmaya devam ederler. Bir işçinin ürettiği, üretimde kullanılan bir makine örneğin, o emekli olsa da yıllarca meta ve değer üretiminde kullanılmaya devam eder. Bir doktor iyileştirdiği bir işçi dolayımıyla yahut bir eğitimci iş piyasasına katılmak üzere eğittiği kişiler dolayımıyla, yani emek gücünün yeniden üretimiyle değer üretmeye devam eder. Daha önce yaratılmış olan, mevcut ve yaratılacak tüm zenginliklerle, gündelik hayatlarında kullandıkları tüm nesnelerle kendi emekleri arasındaki ilişki devam eder. 

Emeklilerin ücret mücadelesi yalnızca bugünün emeklilerinin değil, aynı zamanda geleceğin emeklilerinin kazanımları mücadelesi. Üstelik, emekli haklarını da yalnızca ücret üzerinden tartışmak, sorunu piyasacı aklın sınırlarında bırakıyor. Emeklilik hakkı yalnızca insani ücret değil, aynı zamanda kamusal hayata dahil olabilme hakkıdır.

Sosyal Hak Olmadan Emeklilik Olmaz

aaaaa

Üstelik emek gücünün yeniden üretimi konusundaki katkıları yalnızca bununla sınırlı değildir. Kamusal hizmetlerin piyasalaştığı, kreşlerin, bakım evlerinin fiyatlarının alım gücünün çok üstünde olduğu, sağlığın metalaştığı piyasa toplumunda torun bakmak, kendi ebeveynlerine ya da aile bireylerine bakmak da söz konusudur. Karşılığı ödenmeyen bakım emeği, muazzam bir servet birikiminin de dolayımıdır. Genç işsizliğinin çok yüksek olduğu ortamda eve geri dönmek zorunda kalan gençlerin ihtiyaçlarının karşılanması da buna dahildir.

Artık emeklilik, çalışma hayatının sonu, çalışma hayatında yapılamayanların telafi edildiği, insanın kendini gerçekleştirdiği, hobiler edindiği veya ilgi ve isteklerini hayata geçirdiği bir “yeni yaşam” dönemi değil, güvencesizlik ve kaygı sarmalında hayatta kalma ve geçim çabasının karakterize ettiği bitimsiz bir ekonomik-sosyal-psikolojik savaştır.

Ayrıca emeklilerin sendikalaşması ve örgütlenmesinin önemi yalnızca emek rejimi içerisindeki varlıklarıyla gerekçelendirilemez. Emeklilerin ücret mücadelesi yalnızca bugünün emeklilerinin değil, aynı zamanda geleceğin emeklilerinin kazanımları mücadelesi. Üstelik, emekli haklarını da yalnızca ücret üzerinden tartışmak, sorunu piyasacı aklın sınırlarında bırakıyor. Emeklilik hakkı yalnızca insani ücret değil, aynı zamanda kamusal hayata dahil olabilme hakkıdır. Emeklilerin ulaşıma, sağlığa, bakım emeğine ulaşımı piyasaya bırakılamaz. Bunun da ötesinde, yaşlıların toplumsal hayata katılımı da mücadelesi verilmesi gereken bir başka sosyal hak meselesidir. Nüfusun büyük çoğunluğunun kentlerde yaşadığını hesaba kattığımızda aynı zamanda bir kent sorunudur. 

60 yaş üzeri milyonlarca yurttaşımız, her türden ekonomik ve sosyal krizin yaşanmakta olduğu ülkemizde, giderek yalnızlaştırılmakta ve toplumsal hayattan soyutlanmaktadır. Fakat kuşkusuz, tüm kamusal ve toplumsal yaşamın, dinci gericiliğin ve piyasanın kontrolüne bırakılmasından bağımsız değildir. Bu sebeple de sorun bütünsel olduğu kadar, çözümün temelinde de toplumsal örgütlenme ve hak mücadeleleri yatıyor. 

Ayrıca Türkiye bütünüyle, çalışmayan nüfusun sosyal kültürel hayatın içerisine dahil olamadığı, yurttaşlığın, aktüel emek sömürüsü ile tanımlandığı bir ülke haline gelmiştir. Bu sebeple emeklilerin içinde bulunduğu koşullar, aynı zamanda paralel bir anlayışla toplumsal hayattan koparılan, sosyal kültürel ve kamusal haklardan mahrum olan ve iş gücüne ‘sürüklenen’ gençlerin koşullarından bağımsız değildir. Emeklilerin hak mücadelesi, iş gücü içerisinde olmayan tüm yurttaşların mücadelesine ortaktır. Dahası, tüm yurttaşların ortak sorunu olan; en temel kamusal hakların, toplumsal ve sosyal kültürel yaşantının piyasaya bırakılmasına karşı mücadelenin parçasıdır.

Sermayenin bütünlüklü stratejisine karşı aynı bütünlükte bir sınıf mücadelesi ortaya koymak ve yükseltmek kaçınılmaz hale gelmiştir. Emekliler, yasak dinlemeden örgütlenip sendikalaşarak kendisi için sınıf olma yolunda çok önemli bir adım atmıştır. Bundan sonra yapılması gereken, kapitalist iş mantığının dayattığı ayrım ve ikilikleri aşarak birleşik bir emek mücadelesi, kamusallık mücadelesi yürütmektir.

Previous Story

Parlamenter Demokrasinin İflası ve…

Next Story

Yaparsan Yol Olur

Son Yazılar

Yumruklu Yıldıza Saygı

Yıllar geçtikten sonra hala geçmiş devrimci hareketi orasından burasından çekiştirmek yerine, yumruklu yıldızın yolundan giderek, dünyanın

Seçimlerde Sol

Sınıflar mücadelesinin dinamiklerini hesaba katmayan, siyasal mücadeleyi egemen klikler arası bir mücadeleye indirgeyen bir bakış açısı

Halkın Gazetesi Demokrat

“DEMOKRAT, halka ait olan ne varsa, halkın aydınlık geleceğine, iyiye, güzele, doğruya, kardeşliğe, özgürlüğe ait ne

Yaparsan Yol Olur

Seçim sonuçlarının kendiliğinden ülkenin geleceği açısından tek adam rejiminden kurtuluşa götüremeyeceği; sürecin devrimci bir dönüşümün yolunu