/
6 mins read

Kızıldere ve Sonrası

Bundan 52 yıl önce 26 Mart 1972 tarihinde Mahir Çayan ve arkadaşları, o dönemde sıkıyönetim mahkemesince haklarında idam cezası verilen Deniz’lerin infazlarının durdurulması amacıyla Ünye’deki radar üssünde çalışan 3 NATO görevlisini kaçırdıktan sonra 30 Mart’ta askerî birlikler tarafından kuşatıldıkları Niksar’ın Kızıldere köyünde barındıkları kerpiçten köy evi ağır silahlar ve havan topları altında yerle bir edilerek öldürüldüler. O tarihten 36 gün sonra 6 Mayıs tarihinde de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan da Ankara’da Ulucanlar cezaevinde idam edildiler.  

Bu iki gelişme Türkiye’de 1960’lı yıllarda gelişmeye başlayan devrimci yükseliş sürecinin önemli bir kesintiye uğramasına, bir dönemin sona ermesine yol açtı. 

1960’lı yıllar Türkiye’de ilk kez sol fikirlerin yaygınlaşmaya başladığı, Marksist dergi ve kitapların yayınlandığı, yanı sıra işçi, köylü ve anti-emperyalist gençlik hareketlerinin hızla geliştiği bir toplumsal uyanış dönemiydi. Aynı zamanda solda fikir ayrılıklarının ayrışmalara dönüştüğü bir dönem.  

Sendikacılar tarafından kurulan TİP yöneticileriyle eski tüfekler arasında başlayan ayrışmalar, aydınlar arasında 27 Mayıs’ın devamı olarak gelişen düzen karşıtı bir askerî darbe tarafgirliğiyle birlikte, gençlik hareketine de (o dönemde FKF) yansıdı ve soldaki bölünmelere yol açtı. Ayrışmanın nedeni özünde mücadele yöntemlerine ilişkindi.  

Bir yanda ülkede yer yer tütün-fındık mitinglerinden toprak işgallerine dönüşen köylü hareketleri, grevlerden 15-16 Haziran’a kadar uzanan işçi eylemleri, Dev-Genç’in bu toplumsal hareketlerle bütünleşik anti-emperyalist eylemleri sürerken, askerî darbe taraftarlarına karşı takınılan tutumlar nedeniyle Mihri Belli’nin başını çektiği grup içinde ayrışmalar gündeme geldi. Mihri Belli’nin tutumlarına tepkilerin yanı sıra Doğu Perinçek’in (o günleri bilenler için pek de şaşırtıcı olmayan) bugünlerdeki hallerine benzer çizgilerine de karşı gençlik içinde başlayan tepkiler Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının THKO ile  Dev-Genç yönetimine hâkim olan THKP-C oluşumlarına yol açtı. 

THKP-C çevresi ülke çapında yaygın işçi, köylü ve gençlik örgütlenmeleri olan barışçı ve barışçı olmayan mücadele biçimlerini bir aradalığına dayanan birleşik devrimci savaş stratejisini savunuyordu. 

Buna karşı, Deniz Gezmiş ve arkadaşları THKO adı altında, daha çok Latin Amerika’daki gerilla hareketlerinin çizgisine benzeyen, dar bir silahlı grubun kırsal bölgelerde başlatacağı eylemlerin bütün ülkede devrimci bir kalkışmaya yol açabileceği anlayışına dayanan bir stratejiyi benimsediler. Bu anlayışla önce bir banka soygunu yaparak daha sonra 4 Amerikalı askeri rehin alıp sonra serbest bırakarak eylemlerini başlattılar. 

Bu arada ordu içerisindeki darbeci kesimin 9 Mart’ta bir darbe girişimine başvurmasını bahane eden ordu yönetiminin 12 Mart muhtırası ile yönetime müdahale süreci ile Türkiye’deki bütün devrimci güçlere karşı bir saldırı dönemi başlatıldı. Mevcut Demirel hükümeti istifa ederek yerini cunta kontrolündeki Erim hükümetine bıraktı. Bütün ülkede ilerici örgütler, dernekler kapatıldı, ilerici kesimlere karşı tutuklamalar başlatıldı, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanan Deniz’ler için idam kararı verildi.  

Bu gelişmelere tepki olarak Mahir Çayan ve arkadaşlarının Elrom’u kaçırmalarıyla başlayan bir süreç sonunda Kızıldere’de Deniz’lerin idamını engellemek için THKO ve THKP-C militanlarının bir araya geldikleri bir eyleme uzandı. 

manset 1

Kızıldere’den Sonra

Kızıldere üzerinden on yıllar geçmesine karşın Türkiye sol hareketi açısından bugün bile etkisini sürdüren önemli bir dönüm noktasıdır.  

Karadeniz’in küçük bir köyünde kıstırılan ve vahşice katledilen on devrimcinin öyküsü kendilerinden sonra gelen onlarca genç insanın hayat çizgisini değiştiren çok derin bir iz bırakmıştır. Kuşkusuz devrimci düşüncelerin farklı tarihsel dönemlerde büründüğü biçimler farklılıklar gösterse de yaratılan temel değerler dönemler boyunca yeniden yeniden üretilmeye devam etmiştir. 

Kızıldere bugünden bakıldığında her şeyden önce bir dayanışma eylemidir. Son derece adaletsiz bir yargılama sonucunda idama mahkûm edilen üç devrimcinin Deniz Gezmiş’in, Hüseyin İnan’ın ve Yusuf Aslan’ın idamının engellenmesi için yaşamlarını feda etmeyi göze alan on devrimcinin öyküsüdür. 

Kızıldere bir fedakârlık eylemidir. Çatışmalardan geçmiş yakın arkadaşlarının ölümlerine tanıklık etmiş insanların yaşamlarını ortaya koymaktan çekinmedikleri bir adanmışlıktır söz konusu olan. 

Kızıldere bir vicdan sınavıdır aynı zamanda. Bir evde etrafları neredeyse bir ordu tarafından çevrilmiş on genç insanın bombalarla, top mermileriyle ağır silahlarla delik deşik edilerek katledilmelerinin vicdanlarda açtığı derin bir yaradır. 

Bireysel çıkarlarını bir kenara bırakarak sömürüye adaletsizliğe başkaldıran bir kuşağın en önünde mücadeleye atılmış olan insanlardır Kızıldere’de öldürülenler. 

12 Mart darbecileri egemen sınıflar adına baskı ve zulümle devrimci hareketleri yok edeceklerini zannetmiş ve “zaferlerini” ilan etmişlerdi. Oysa idamların, ölümlerin bastıramadığı şey vicdanlarda derin bir iz bırakmış olan adaletsizlik duygusu, dayanışma ve fedakârlıktı.  

Daha üzerinden iki yıl geçmeden 12 Mart’ın izleri silinirken; devrimcilerin ülke topraklarına attıkları tohumlar yeşermeye başlamış, bu kez başka gencecik insanlar yeniden benzer değerlerle mücadeleye atılmışlardır. 

Elbette 12 Mart’tan 12 Eylül’e uzanan dönemin anlaşılması, anlamlandırılması sadece bir kahramanlık öyküsünün devamı olarak düşünülmemelidir. 12 Mart’ın başaramadığını başarmak, bütün bir ülkeyi karanlığa sürüklemek için devreye sokulan faşist saldırılara karşı ortaya çıkan direniş eğilimi de en güçlü ifadesini Mahir Çayan ve arkadaşlarının teorik görüşlerinde bulmuştur. Bu teorik mirasın derinleştirilmesi, günün koşullarına uyarlanması ve ona uygun bir siyasal pratikle taçlandırılması Kızıldere’den Fatsa’ya uzanan devrimci bir yol olarak görülmelidir.  

Her dönem kendine özgü bir anlatımı talep eder ama o anlatımın temel insani değerleri her toplumsal dönemde yeniden yeniden yaratılır. Kızıldere’den, 12 Eylül öncesinin devrimci hareketlerine; oradan 1980 sonrası devrimcilerine, sonra Gezi direnişine damgasını vuran bu özgürlük tutkusudur.  

Şimdi 60’lı yaşlarına yelken açmış 12 Mart sonrasında ilerici devrimci değerlere inanmış binlerce insan kendilerinden bir önceki kuşağın değerlerinin taşıyıcısı olmuş, Mahir’lerin izinden yürümeye devam etmişlerdir. Ve sonra 12 Eylül sonrasının devrimcileri bu bayrak yarışının özneleri oldular. Gezi’nin o güzel yüzlü çocukları bu değerlerin içinden doğup gülümsediler bize ölümleriyle.  

Bugün ülkemizi gerici İslamcı bir karanlığa teslim etmeyecek olan da bu çok zorlu mücadelelerden geçmiş, en güzel çocuklarını işkencelerde ölümlerde kaybetmiş bu ülkenin ilerici devrimci birikimidir.  

Bu ülke özgür demokratik bir ülke oluncaya bu dünyada sınıfsız sömürüsüz bir düzen kuruluncaya kadar da bu ateş küllenmeyecek. 

Previous Story

Halkın Gazetesi DEMOKRAT

Next Story

Tarikat kadrolaşmalarının şifreleri

Son Yazılar

Yumruklu Yıldıza Saygı

Yıllar geçtikten sonra hala geçmiş devrimci hareketi orasından burasından çekiştirmek yerine, yumruklu yıldızın yolundan giderek, dünyanın

Seçimlerde Sol

Sınıflar mücadelesinin dinamiklerini hesaba katmayan, siyasal mücadeleyi egemen klikler arası bir mücadeleye indirgeyen bir bakış açısı

Halkın Gazetesi Demokrat

“DEMOKRAT, halka ait olan ne varsa, halkın aydınlık geleceğine, iyiye, güzele, doğruya, kardeşliğe, özgürlüğe ait ne

Yaparsan Yol Olur

Seçim sonuçlarının kendiliğinden ülkenin geleceği açısından tek adam rejiminden kurtuluşa götüremeyeceği; sürecin devrimci bir dönüşümün yolunu